20 Ekim 2010 Çarşamba

Korkunç iki de neymiş, Dehşet üç’lere buyurun!!

Anne olduktan sonra hayatıma tuhaf tuhaf terimler yerleşmeye başladı, en korkunç olanı da adı gibi “korkunç” iki yaş sendromu idi, idi diyorum çünkü çocuk psikolojisinde tanınmayan ama biz annelerin yarattığı başka bir kavram daha var “Dehşet” üç’ler…

Korkunç iki, yani “Terrible two” çocuğumuzun hayatında erken ergenlik tecrübesi oluyor uzmanlara göre. Genelde 18 ay civarı başlayıp 42 aya kadar sürebilen bir dönem. Bu nedenle belki terminolojide korkunç üç’ler yok, ama sabırla beklememe ve kızımın neredeyse 45. aya gelmesine rağmen bizde katlanarak çoğalmakta olduğu için bana göre var.

Bu dönem başladığında hayatımızda pek çok şey değişti, panik halinde kitapları karıştırdık, uzmanlara danıştık, “Aman tanrım ben ne yapacağım şimdi?” sorusunu içimizden çaktırmadan da olsa sık sık sorar olduk. Çocuğun kişiliğinin yerleşmeye başladığı, isteklerinde kararlı olmaya ve bunları kabul ettirmek için büyük çaba sarf etmeye başladığı olumsuz tavırlar bütünü olarak da tanımlayabiliriz korkunç iki’leri. İki yaşında iken ne de zormuş desem de en azından tersini yapma, ya da başka bir şeylere ilgisini çekme gibi yöntemler ile daha kolay atlatabiliyorduk bu inat ve öfke krizlerini. Mesela parka gidelim gibi bir önerime bile “ben gitmem” diye karşı çıkabiliyordu kızım, o yüzden onu parka götürmek istediğimde “bugün parka gitmeyelim” diye başlattığım oyun amacına ulaşıp “hayır gidelim” ile sonuçlanabiliyordu. “Bu elbise güzel değil bence bunu giyme” diyerek istediğim elbiseyi giydirtebiliyordum. Çünkü o dönem annem ne derse tersini yapacağım gibi bir tavır sergilemeye yemin etmişti kızım adeta.

Sonra işler değişti, benim yapmak isteyip, istemiyormuşum gibi başlattığım oyunlara olmadık seçenekler eklemeye ve onlarda ısrarcı olmaya başladı, “bir dakika bu planda yoktu? Parka gitmeyelim önerim, bence de gitmeyelim tiyatroya gidelim, ya da o elbiseyi giymeyelim önerim, evet, yaz günü atkı bere ile sokağa çıkalım ısrarlarına kadar varır bir hal aldı. Kâbus dedikleri bu olmalı. H er sabah okula giderken 3 elbise, 5 çorap değiştirmek; ayakkabı giymeyi reddettiği için sokağa yalın ayak çıkmak; önce pilav yemek isteyip, tam pişirip önüne koyduğum an ama ben makarna istemiştim şeklinde çıldırırcasına ağlamak; inadından oturup 3 muzu üst üste yemek; sürekli bir dikkat çekme arayışı içinde olup, nefes aldırmadan, oturtmadan, sürekli istemek, istemek ve yine istemek gibi…Sonra tabi şiddet, eşyaları kafamıza fırlatmak, tekmelemek, dökmek, kırmak, saçmak gibi katma değerleri de gecikmedi. İşte benim için korkunç iki de neymiş, dehşet üç anları bunlar.

Sıklıkla bu durumlar kreşe başlamanın ertesinde, ya da kardeş gibi hayatının düzenini etkileyen yenilikler sonrasında bu kadar şiddetli yaşanıyor uzmanlara göre. Bu dönem ile ilgili zaman zaman işe yarayan, bazen de teğet geçen bazı öneriler var, taviz vermemek, kurallarımızda net ve istikrarlı olmak, her istediğini yapmamak gibi. Mesela her istediğini yapmama konusunda sınırlarımız belli ve açık, biraz da bu yüzden böyle öfke nöbetlerine maruz kalıyoruz ama biliyoruz doğru olanı bu. Örneğin gece pijamalar giyilip yatılır kuralı belki haftada üç gece yerli yerinde duruyor mu, bakalım annem unutmuş mu diye sürekli sınava tabii tutuluyor. Bu gece elbisemle yatacağım, hayır pijama giymen gerek… Genelde bir saat sonra yorgun, bin bir türlü eziyete maruz kalmış ama kazanmış bir anne olarak pijamalı çocuğumu uyutuyorum. Bazı arkadaşlarım beni eleştiriyor ve soruyor, neden? Elbisesi ile yatsa ne olur yani? Elbisesi ile yattığı an benim pek çok şeyde kaybettiğim an olur çünkü. Aslında kurallar o kadar da önemli değil mesajını vermenin yanı sıra, ertesi gün kahvaltıda yumurta yenmeyebilir mesajını da beraberinde vermiş oluyorum. Birçok kitap okudum bu konuda, kuralları ve sınırları koymayı, net ve kesin cümleler kullanmayı öğrendim diyebilirim, bunlarda mesele yok, ama nedense o kitapların hiç değinmediği bir durum var. O sınırları çizerken karşımdaki minik öfkelinin krizi ile nasıl baş edeceğiz? İşte bizim meselemiz bu. Geçen gün bir uzmanın bu konuda faydalı olabilecek bir tavsiyesini okudum, çocuklarımıza duygularını anlamada yardımcı olmalıyız diyordu, öfkesini bastırmadan ona bu duyguyu anlatarak problemlerini çözme yolunu göstermeliyiz. Bende o günden beri ne zaman sinirlense, şu an öfkelisin, sinirlisin ama vurarak, kırarak halledemeyiz, konuşabiliriz diyorum. Ama işin bu kısmı hala karışık, “Evet anne şu an çok öfkeliyim” deyip eline geçen şeyleri fırlatmaya devam ediyor. İşte bu yüzden yolumu biliyorum ama bir türlü o yoldan gidemiyorum. Sabır galiba tehlike anında camı kırıp basacağımız tek zil! Sürekli beynime bu sinyali gönderiyorum.

Böyle zamanlarda kendinizi rahatlatacak yöntemler bulmak sizin elinizde. Dün akşam yine bir savaş sonrası uykuya dalan kızımın üzerimde yarattığı stresi atmak için pijamalarımı giyip facebook’taki adacığımda yer elması, üzüm mahsullerimi toplamaya koyuldum. Sonra birden benzer durumlara aşina başka bir anne arkadaşım ile çevrimiçi karşılaştık; nasılsa çocuklar uyudu, haydi babalara satalım ve bir saat çıkıp bir yerlerde oturalım şeklinde şahane bir fikit geldi aklımıza ve “hadi” deyip kendimizi bir anda dışarıda bir cafe’de keyifli bir sohbet ortasında bulduk. Lisede okulu kırmışız gibi tuhaf bir his ama iyi geldi, dostlar her zaman iyi gelir. Çok bunaldığınızda “tebdili mekânda ferahlık vardır” diyerek benzer yöntemlere başvurmanızı öneririm, nasılsa yarın yine aynı şeyler olmaya devam edecek, ama bazen ancak böyle molalar bizi şarj edebiliyor.
(13 Kasım 2009 Cuma, bebek.com köşemden alıntıdır)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder