24 Ekim 2011 Pazartesi

3D Teknolojisi ve Minikler

Dijital pazarın en saygın müşterileri gençler ve çocuklar olunca, bu sektör de durmaksızın onları cezp edecek yeni fikirler, arayışlar içerisinde karınca gibi çalışıyor. (22 Ağustos 2011 Pazartesi)
Son zamanların trendi şüphesiz 3D teknolojisi… 3D yeni ama aslında bir o kadar da eski bir teknoloji. Kökeni 1850’ye kadar uzanan bu buluş ile dünya seyircisi ilk olarak1920’lerde tanıştı, hatta 1950’li yıllarda Türkiye’den bile bir rüzgâr gibi geçip gitti. Sonrasında -maliyetli bir yöntem olmasının da etkisiyle- unutulmuş gibi görünse de kendi içinde gelişimini sürdürdü ve bir gün tüm dünyanın karşısına Avatar ile yeniden çıktı. Şahsi fikrim, Avatar 3D teknolojisinin bu kadar muhteşem kullanıldığı bir film değil de sıradan 2D teknolojisi ile yapılmış bir film olsaydı sinemalarda birkaç hafta gösterimden sonra sessiz sedasız unutulur giderdi. Ancak gişe hâsılatı o kadar inanılmaz rakamlara ulaştı ki sadece yapımcıların değil, elektroniğin devlerinin de aklını çeldi. İşte bu sayede 3D artık sadece sinemalarda değil, bilgisayar oyunlarında, konsollarda hatta son teknoloji televizyonlarda bile yerini aldı.

Bu teknoloji, yapımcıları kurtaran bir can simidi oldu denebilir çünkü şimdilerde en çok izlenen 10 filmden en az 6 tanesi üç boyutlu. Hatta son zamanlarda vizyona giren animasyon filmlerin neredeyse hepsinin üç boyutlu gösterimi mevcut, haliyle çocuklar da bunu tercih ediyorlar. Benim kızım gibi üç boyuttan korkan, hoşlanmayan çocuklar için ise neyse ki hala 2D gösterimler mevcut. Neyse ki diyorum çünkü başından beri üç boyutlu animasyon fikrinde beni huzursuz eden bir şeyler var. En önemli nedenlerden biri bu filmlerin çoğunun gereğinden fazla uzun olması... Dolayısıyla beni bile bir noktadan sonra rahatsız eden bu teknolojinin çocuklar üzerinde nasıl etkileri olduğunu merak etmiyor değildim. Merakım fazla uzun sürmedi ve beklenen açıklamalar yavaş yavaş basında yerini bulmaya başladı. Şu anda yapılan açıklamalar yumuşak bir geçiş niteliğinde çünkü gerçeklerin ardında çöpe atılması söz konusu bile olmayan milyonlarca dolarlık yatırımlar var. Ancak pek çok uzmanın uyarılarından sonra yakında 3D filmlere 7+ sınırlaması getirileceği kanısındayım. Pek çok Göz Hastalıkları Uzmanı 3D teknolojisinin -özellikle göz kaslarının gelişiminin tamamlanmadığı 7 yaş altı- çocukların üzerinde oldukça olumsuz etkileri olacağından endişeli.

3D teknolojisi aslında “stereopsis” algısını kullanan bir yöntem. Yani iki gözle algıladığımız görsel derinlik algısı. Bu teknolojiye adapte olmamızı sağlayan şey sadece basit bir gözlük değil, gözlerimiz ve beynimiz. 3D gözlük sayesinde beynimiz iki farklı imajı, derinliği olan tek bir imaj olarak yorumluyor hem de bunu çok çabuk bir şekilde yapıyor. Uzmanlara göre böyle bir algıya uzun süre maruz kalmak çift görme, baş ağrısı, mide bulantısı, basit oryantasyon bozuklukları gibi etkilere neden olabilir. Dahası nörolojik rahatsızlıkları olan kişilerde az da olsa epilepsi nöbeti riskini artırabilir. Özellikle göz tembelliği, şaşılık gibi problemleri olan, zayıf göz kaslarına sahip çocukların mutlaka bu teknolojiden uzak tutulması öneriliyor. Şu ana kadar yapılan çalışmalar ve uzman yorumları özetle şunu gösteriyor; beynin sürekli normal dışı sinyaller almasına ve gözün doğal olmayan bir şekilde hareket etmesine neden olan -henüz üzerinde yeterince çalışılmamış- bu teknolojiye uzun süre maruz kalmak çocukların hatta biz yetişkinlerin bile göz sağlığı üzerinde olumsuz etkilere yol açabilir.

Önümüzde vizyona girmeyi bekleyen bir sürü 3D film varken bu önemli uyarıları göz ardı etmemekte fayda var.
(22 Ağustos 2011 bebek.com yazımdan alıntıdır)

Yüz boyalarına dikkat!

Alışveriş Merkezlerinde ya da oyun alanlarında çocukların yüzlerinin boyandığı etkinlikleri sevmediğimi söylemiş miydim? O halde şimdi söylemeliyim. (05 Eylül 2011 Pazartesi)
Yüz boyamaları ile ilk tanışmamız birkaç sene önce kızımı bir alışveriş merkezindeki oyun alanına bırakmamla başladı. Çocuğu normal olarak bırakıyorsunuz, kaplan, kedi, tavşan ya da kelebek olarak geri veriyorlar. Başta eğlenceli gibi görünse de boyama esnasında gördüğüm manzara pek hoşuma gitmedi. Aynı fırça ile boyanan onlarca yüz, plastik kutularda markası belli olmayan boyalar, fırçanın temizlendiği kirli bir sünger. Eve gidince bu boyaları silmek de ayrı bir sabır ve ikna kabiliyeti, biraz da gözyaşları ile baş etme faslından geçmemizi gerektiriyor.

Google’da birkaç gezintiden sonra okuduklarım keyfimi hepten kaçırmaya yetti. ABD’de pek çok sağlık örgütünün de destek verdiği “Güvenli Kozmetik Kampanyasının” bu konu ile ilgili raporu, piyasada en çok tercih edilen 10 markanın test edildiğini ve hepsinin içeriğinde -az ya da çok- belli miktarda kurşun bulunduğunu duyuruyor. Bu 10 markanın 6 tanesinde ise cilt alerjilerine sebep olabilecek maddelere ve önerilen seviyelerin çok üzerinde nikel, kobalt ve krom içeriğine rastlandığına dikkat çekiyor. Küçük yaşlarda bu maddelere sık sık maruz kalma durumu çocuklar üzerinde hiperaktivite ve dürtüsel davranışlarda yoğunluğa, IQ düşüklüğüne, düşük okul performansına ve saldırganlığa neden olabiliyor.

Tüm bu okuduklarımdan sonra bu tür yerlere kızımı bırakırken yüzünü boyamamaları için alerjisi olduğu pembe yalanını uydurur oldum. İşin aslı, çocuklarda çağın hastalığı alerjiler olmuşken anne babaya danışmaksızın böyle bir risk alıyor olmaları da ayrı bir ürkütücü.

Ülkemizde de Sağlık Bakanlığı geçtiğimiz Haziran ayında Kuzey Kore ve Çin’den gelen boyaların içerisinde ağır metaller ve kanserojen maddeler bulunduğu konusunda uyardı ve bu boyaların piyasadan toplatılacağını duyurdu. Ama sadece kırtasiyelerdeki boyaları toplamak yeterli değil. Alışveriş Merkezleri ve oyun alanlarında kullanılan bu boyalar gerçekten denetleniyor mu emin değilim. Çoğu zaman ücretsiz olarak verilen bu yüz boyama hizmetinde birinci sınıf, en kaliteli boyaların kullanıldığına inanmak ise biraz hayalperestlik olur.

Herkesin yüzü boyanırken kendi yüzünün boyanmasına izin verilmemesi kızımla aramda bir süre soğuk rüzgârlar estirince ben de çareyi en azından FDA (Gıda ve İlaç İdaresi) standartları ile uyumlu bir yüz boyama seti edinmekte buldum. Bu uğraş eğlenceli bir ev aktivitesine dönüşünce yüz boyama konusunda yaratıcılığımı epey geliştirdiğimi de söylemeliyim. İşin alışılmış olanı ise, birkaç boyamadan sonra kızımda bu hevesten eser kalmamış olması, pek çok oyuncağa olduğu gibi yüz boyalarına da ilgisinin birkaç gün içinde geçip gitmesi. Bu arada ilginizi çekerse, Güvenli Kozmetik Kampanyasının web sitesinde kakao, pudra, portakal gibi evdeki malzemeler ile yapılabilecek pek çok yüz boyası tarifi mevcut.

Alışveriş Merkezlerinde hala devam eden yüz boyama etkinlikleri konusunda ise bir anne olarak içim hiç rahat değil. Ramazan etkinlikleri ve Bayram tatili boyunca bu tür yerlerde yüzleri boyanan çocuklara rastladığıma göre bu uyarıları henüz duymamış aileler var diye düşünüyorum. Şahsi fikrim ve gönlüm yüz boyama faaliyetlerinin AVM’lerden ve oyun alanlarından tamamen kaldırılmasından yana. Çocuklarımızın güvenliği için bu konuda hassas olduğumuzu duyurmalı ve ilgilileri uyarmalıyız diye düşünüyorum.
(5 Eylül 2011 bebek.com yazımdan alıntıdır)

Devlet okulu mu, özel okul mu?

Okulların açılmasıyla yaz rehavetinden kurtulup kendimizi tekrar fani dünyanın işlerine verdik. Bu maraton bir kere başladı mı sonu uzunca bir süre gelmeyecek gibi. Geleceğe dönük planlar yapmaya çalışırken anne baba olarak biz de pek çok ailenin takıldığı konuda takıldık. Devlet okulu mu, özel okul mu? (23 Eylül 2011 Cuma)
Şunu söylemeliyim ki, evlenme teklifi ve çocuk sahibi olma kararı da dâhil, hayatımda hiçbir şeyi bu kadar uzun süre düşünmemiştim. Kararı tamamen bana bırakan eşimin de bu “uzun düşünme” sürecine katkısı büyük oldu.

Bazı Özel okulların ücretleri söz konusu olunca Hababam sınıfının Mahmut Hocasını “Ben tüccar değilim eğitimciyim!” sözleriyle hatırlamamak mümkün mü? Daha ana sınıfından, çocuğunuzu son model, sıfır bir araba fiyatına kabul eden okullar ve bunu vermek için sıraya giren veliler var. Saygı duyuyorum ama o kadar da uzun boylu değil! diyorsanız bir de daha kısa boylularına bakalım. Onlar da 12-17bin TL arasında değişen fiyatlara sahip ki formaları, kitapları, servisi, yemeği, aksesuarları ve çocuğunuzun okul dışında kalan sosyal hayatı buna dâhil değil.

Bu süreçte bir sürü anne-baba dinledim, pek çok forumda yer alan yorumları okudum. Anne babaların özel okulları tercih etmesinde en önemli neden sınıflardaki öğrenci sayısı sonrasında yabancı dil, çevre ve çok yönlü çocuk yetiştirme faktörü geliyor

Yabancı dil konusu bana göre matematik gibi, biraz zekâ yatkınlığı ve istek işi. Özel okuldan mezun olan herkesin bülbül gibi öğrendiği dili konuşamadığını söylemeliyim. Belli bir yaşa gelince çocuklarımızı yurt dışında dil okullarına, yaz programlarına yollamak özel okulların bir senelik masrafının neredeyse yarısı. Kaldı ki bu kadar ciddi rakamların gözden çıkarıldığı bir eğitimde özel okulun yabancı dili öğretememesi daha büyük hüsran olabilir.

Çevre konusuna gelince, bu benim özel okula bakış açımdaki en olumsuz etken. Çevremde özel okula giden çocukların taleplerini, istedikleri markaları duyunca dehşete kapılıyorum. Zaman nerede, nasıl değişti bilmiyorum ama bazı ailelerin lüks konusunda çocuklara verme sınırlarının genişliği ve gerçek dünyadan uzaklığı gözümü korkutuyor.

Özel okulların çok yönlü çocuk yetiştirdiklerine de kesinlikle katılıyorum ama yılda değil 15bin, 5bin TL’yi bile gözden çıkarabilen aileler gayet tabii dans, piyano dersleri alan, spora giden, ata binen hatta yabancı dil öğrenen çok yönlü çocuklar yetiştirebiliyorlar.

Geriye tek bir gerçek kalıyor, devlet okullarındaki öğrenci sayısı… Büyükşehirlerde yaşayan aileler için kâbus olabilecek kadar önemli bir gerçek bu. Milli Eğitim Bakanlığı verilerine göre başkent Ankara Türkiye’nin 2. büyük öğrenci nüfusuna sahip, 1302 devlet okulunun 370’inde ikili eğitim sistemi olduğu halde sınıflar kalabalık, öğretmen sayıları az. En dikkat çekici olanı, Ankara’da hala 8 ilçede anasınıfı yok. Devlet okullarında bir sınıfa düşen ortalama öğrenci sayısı 37 iken özel okullarda bu sayı 19 ki bazı ilçelerde devlet okulundaki sınıflarda öğrenci sayıları 60’ın üzerinde. İşte bu çarpıcı gerçek eğitimin özelleştirilmesine, ailelerin bütün imkânlarını zorlayıp çocuklarını özel okula göndermelerine neden oluyor.

Peki, tüm imkânlar zorlanınca evdeki hayat çocukları ne kadar mutlu edebiliyor? Sürekli “Varımızı yoğumuzu eğitimine harcıyoruz, yeni masraflar çıkarma” diye çocuklara taşıyabileceklerinden fazla sorumluluklar yükleniyor. Evinizden ve sosyal hayatınızdan pek çok şeyi kısarak, çocuğunuzun sadece okulunda mutlu olması sizin için yeterliyse neden olmasın. Ama çocukların okul dışında da sosyal hayata karışma gereksinimleri bitmiyor. Arkadaşlarının yaptıklarını yapamamak çocukların ailelerine daha agresif yaklaşmalarına neden olabiliyor.

Eğer maaşlarınız ile ayakta duran bir aileyseniz ve özel okul için şartlarınızı epey zorlamanız gerekiyorsa sadece okul ücretini nasıl ödeyeceğinizi değil geniş çerçevede masraflarınızı değerlendirmeniz gerekir. Bugün şartlarım el veriyor ama yarının garantisi yok diyorsanız, sıkıştığınız noktada çocuğunuzu özel okuldan alma ihtimali söz konusu ise işte bu noktada bunun çocuğunuz üzerinde nasıl etkileri olacağını iyi düşünmelisiniz. Çocuğunuzun eğitimine karar verirken iki üç sene için değil, yolun sonuna kadar planı yapabiliyor, bazı şeyleri göze alabiliyor olmalısınız.

Eğer çevrenizde öğrenci sayısı makul, eğitimi iyi bir devlet okulu var ise neden olmasın? Ancak içinize sinmeyen şeyler varsa ve ne yapar eder sonuna kadar özel okula gönderirim diyorsanız elbette bu sizin için alınabilecek en doğru karar olur.

Tüm bu araştırmalar sonucunda ben en azından önümüzdeki birkaç yıl için tercihimi devlet okulundan yana kullanma kararı aldım. Kararımızdan ne kadar hoşnut olacağız ve fikrimizi değiştirecek miyiz işte bunu zaman gösterecek.

Her iki tercihte de hepimiz aynı şeyi arzu ediyoruz, o da çocuklarımıza imkânlarımızın el verdiği ölçüde en iyi eğitimi sağlamak. Göz ardı edilemeyen bir gerçek daha var o da iyi bir aile eğitimi ki bunu çocuklarımıza verebilecek hiçbir okul yok. Ailesi tarafından sevgi, takdir gören, mutlu yetişen bir çocuk bu mutluluğu gittiği her yere götürüyor, ama bunlardan yoksun çocuklar en büyük varlıkların içinde bile eksik kalıyorlar.
(23 Eylül 2011 bebek.com yazımdan alıntıdır)