20 Ekim 2010 Çarşamba

Gündemimiz dadı

Bu hafta dadı ve bakıcı konusu hat safhada gündemdeydi.
Bir köşe yazısının gündeme getirdiği bu konu kimi çevrelerce ağır bir şekilde eleştirilirken, bu konudan ağzı biraz yanmış anneler tarafından haklılıkla karşılandı. Neydi bu konuda bu kadar tepki çeken ya da haklı görülen?

Bir anne olarak, anne bebek ortamlarından, kulüplerden ve forumlardan bildiğim bir şey varsa o da bunun iki günlük bir mevzu olmadığı hatta özellikle de çalışan annelerin en büyük sorunu olduğu. Doğru bakıcıyı bulamamak annelerin korkulu rüyası ve her zaman herkesin de şanslı olamadığı bir konu. Ortada aslında iki gerçek var, kimi zaman çocuğum için herşey diyen annelerin suistimal edilen iyi niyetleri, kimi zaman da para karşılığı alınan bir hizmet olarak görülen bakıcı/dadı’nın suistimal edilen hakları.

Sanırım irdelenen konu bir çocuğun dadısı, bakıcısı veya bir annenin yardımcısı olması, tatile onu beraberinde götürmesi gibi konular değil, çocuğumuza bakanlarında birer insan olduğu gerçeğinin atlanmaması.

İmkanları olan her anne ister, yılda birkez çıktığı tatilde biraz ayaklarını uzatıp dinlenmeyi, biraz huzur bulmayı. Kızımla ilk çıktığımız tatilde yanımda annem olmasına rağmen tatilden tam tabiriyle peynir gibi dönmüştüm. Denize, havuza girip güneş altında yatmak, iki satır kitap okumak ne büyük lüks, mama hazırlarken, bez değiştirirken, kızımı uyuturken, sebzesi, meyva saatiydi derken gün akşam oluyordu. Herkes ister böyle zor anlarda yanında bir yardımcısı olsun, ama nasıl belli bir saatte mesaimiz bitiyor ve evimize dönüyorsak, her insan da kendine ait bir parçacık zamanı olsun ister.

Ülkemizde yabancı uyruklu bakıcılar neden daha fazla tercih ediliyor derseniz, annelere kulak verdiğinizde onların da haklı gerekçeleri var. Pek çok Türk bakıcının zaman problemi var, yatılı bakıcı bulabilmek ise neredeyse imkansız. Geniş aile yapısı ve kültürümüzden kaynaklı bitmeyen sorunlar, hastalıklar, izinler daha fazla görülüyor Türk bakıcılar söz konusu olunca. Bir yerden sonra anne de çaresizlikten ve bıkkınlıktan çareyi çocuk yuvaları ve kreşlerde bulmaya çalışıyor ki çoğunun da küçük bebeğini her sabah yuvaya bırakırken içi kan ağlıyor. Yabancı uyruklu bakıcılarda ise daha farklı sorunlar yaşanıyor, en önemlisi dil problemi. Ama dahası çoğu ülkemizde çalışma iznine sahip olmadıkları için belli aralıklar ile ülkelerine giriş çıkış yapmaları gerekiyor. Kimisi bir çıkıyor bir daha dönemiyor, kimisi de bunu bahane edip dönmek istemiyor. Tam aile, çocuk bir düzene alışmışken sil baştan bu yıpratıcı süreç tekrar başlıyor. Bu sorunları yıllardır yakından takip ettiğim için bu anlamda çok hak veriyorum annelere. Bu yüzden biliyorum ki bu iş biraz da şans işi.

Yine de yaşadıklarımızdan, öğrendiklerimizden birkaç şey paylaşmak gerekirse, öncelikle demeliyim ki bakıcı konusu aceleye, şakaya gelmiyor. Nacizane fikrim, işe başlayacak olan anne en az birkaç ay önceden yardımcısını seçip onunla bir süre zaman geçirmeli, tavrını, istediği düzeni ve beklentilerini orataya koymalı bir o kadar da evinde çocuğu ile başbaşa bırakacağı kişiyi tanımalı, gözlemlemeli. Bu konuda referans çok önemli. Çocuk bakımında yardım alınan kişinin mutlaka en az bir aileden referansı alınmalı, önceki işinde yollar neden ayrılmış öğrenilmeli, tatsız bir durum var ise iki tarafta dinlenmeli. Günümüzde her bütçeye uyacak donanımda kamera, görüntü sistemleri var, bunlar ile en azından siz işteyken evinizin güvenliğini kontrol altına almanız mümkün. Bu sadece bakıcı bebeğime iyi bakıyor mu amacı taşımıyor benim için. Gün içinde evde nasıl zaman geçiyor, bebeğiniz yemeğini yedi mi, uyudu mu gözlemlemek için bile çağımızın mükemmel bir avantajı bu. Tüm bunlardan sonrası ise biraz karşılıklı davranışları, biraz da durumları iyi idare edebilmek ile ilgili. Yardımcınızdan, bakıcınızdan mutsuz iseniz, onu değiştirmek, eşinize dostunuza dert yanmaktan daha pratik bir çözüm.

Ben kızıma annemin bakmasını çok istedim, annem de beni kırmadı ama annemin hayatını kolaylaştırmak, biraz da destek almak için üç sene boyunca evimizde Süreyya’mız vardı. Kızımın “Eyya”sı. Annem olsun ya da olmasın gözüm hiç arkada kalmadan çıktım evden her seferinde. Canımdan öte, en değerli varlığımı teslim ederek gittim işime. Süreyya kızımı kendi kızlarını sever gibi sevdi, ben de onun kızlarını, ailesini ailemden birileri gibi gördüm ve sevdim. O da bir anneydi, hemde benden çok daha kıdemli bir anne, bu yüzden dünyadaki herşeyi en iyi bilen anne benim gibi roller oynamadım. Hayatıma olmuş bitmişin kavgasını yapmak yerine bir daha olmaması için çözümler aradım. İnsanların konuşa konuşa anlaşabileceği gerçeğini hiç göz ardı etmedim. Onun hayatında evine kendi ekmeğini götürebilen bir kadın olma farkını yarattıysam, o da benim hayatımda düzenli bir evde temiz ve mutlu bakılan bir çocuk bulabilme ayrıcalığını yarattı. Galiba bu da benim şansımdı.

Herşey karşışıklı güvene, sevgi ve iletişime dayanıyor eninde sonunda. Hep gönlü ve niyeti iyi kişilerle karşılaşmamız dileğiyle…
(18 Haziran 2010 Cuma, bebek.com köşemden alıntıdır)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder